Özümüze Dönmek: Bezelye Ayıklamaktan, Tuşlara Basma ve Mental Matematikten Hayata Hazırlanmaya
Son yıllarda kafamı bir konuya takıp duruyorum; enine boyuna yazmadan rahat edemeyeceğimi ve hatta kalemi ve kağıdı elime alana kadar yalnızca bu konuyla zihnimi meşgul edeceğimi beni tanıyanlar bilir. Sadece bu da değil, çevremdeki kreş ve anaokullarının eğitim stratejilerini de bir parça araştırdım. Çocuğunu buralara gönderen velilerin fikirlerini aldım. Derken konunun bir ucundan tutayım bakalım, başarabilecek miyim dedim…
Kafamda dönen soruların ikisini siz de üzerinde düşünün diye buraya yazayım: Modern kreşler mı yoksa eski usul yaşam mı istediğimiz bir anne-baba olarak?
Son yıllarda kreş tabelalarında en çok gördüğümüz şey havalı sistem adları: Montessori, Waldorf, Reggio Emilia, Vygotsky…
Kulağa ne kadar çağdaş geliyor değil mi? Ebeveynlerin içini rahatlatıyor:
“Oh be!
Verdiğimiz yüksek paralara yazık olmuyor,” diyoruz. Çocukların günleri satranç, drama, akıl oyunları, mental matematik, erken İngilizce dersleriyle doluyor.
Minicik yavrular o dersten öbür derse, habire oluşturulmuş yapay ve bolca materyalli etkinliklere koşturuluyor ve bizzat deneyimledim, onlar yalnızca oyun odasında oynamak istiyorlar.
Sonra, zaten kreş sonrası anaokulu döneminde okuma-yazma harf ve matematik öğretimi devreye giriyor. Sonrası işte malumunuz, orta okul ve LGS, durmadan test çözdürmeler vee çocuk çorabını eşleştiremiyor. Masasını kuramıyor. En basit bir sorunla karşılaştığında çözüm üretemiyor. Temel yaşam becerileri, bu allanıp boyanmış parıltılı sistemlerin gölgesinde kayboluyor.
Yoo, bu sistemleri kötülüyormuşum gibi algılanmasın. Kuşkusuz bunlar da doğal olanın peşinde. Ama farklı isimlerle lanse edildiği zaman ve yüksek ücretler ödendiğinde, harikulade yeni bir sistemmiş gibi geliyor. Ki hakikaten buralara çok yüksek ücretler ödeniyor.
Mesela Montessori: Maria Montessori’nin geliştirdiği yöntem, çocuğun bireysel ilgilerine ve öğrenme hızına saygı duyar. Özel materyallerle çocuk kendi öğrenme yolunu seçer; öğretmen rehberlik eder. Amaç, bağımsızlık, sorumluluk ve problem çözme becerisi kazandırmaktır.
Waldorf: Rudolf Steiner’in geliştirdiği sistem, çocuğun zihinsel, duygusal ve bedensel gelişimini bütüncül ele alır. Sanat, müzik, doğa ve el becerileri eğitimin merkezindedir; hayal gücü ve yaratıcılığa önem verir.
Reggio Emilia: İtalya’nın Reggio Emilia kentinden çıkan bu sistem, çocukları güçlü, merak eden bireyler olarak görür. Merak ettikleri konular üzerinden proje çalışmaları yapılır; öğretmen de çocuklarla birlikte öğrenir.
Vygotsky yaklaşımı (bazen “Vigo” olarak kısaltılıyor): Sosyal etkileşimle öğrenmeyi merkez alır. Çocuk, akranları ve yetişkinlerle etkileşim yoluyla öğrenir; kendi başına yapamayacağı ama yardımla başarabileceği görevlerle gelişir.
Oysa anneannemizin, babaannemizin yanında büyüyen çocuk bambaşka bir okuldan geçiyor. Bezelye ayıklıyor, fasulye kırıyor, çamaşır katlıyor, hayvana mama ve su veriyor, çiçeğe su veriyor, turşu kurmaya yardım ediyor, pazara gidiyor, eve gelen misafirlerle iletişim kuruyor. Yani hayatla bağ kuruyor. Sadece beceri değil, aynı zamanda sorumluluk, sabır ve paylaşma duygusu kazanıyor.
Bir dönem, yabancı eğitim modelleri ithal etmek çağdaşlık göstergesiydi. Şimdi fark ediyoruz ki, zaten bize ait olan, kültürümüzde var olan yöntemler, ritüeller ve alışkanlıklar önümüze yeni bir keşifmiş gibi sunuluyor. Ve bunun için velilerden çok yüksek paralar talep ediliyor.
İki yıl önce bir anaokuluna, çocuklar için felsefe yapma talebiyle görüşmeye gittiğimde, okul sahibi ve aynı zamanda müdiresi programda bu p4c yani çocuk felsefesinin benimsedikleri yeni eğitim programında olmadığını söyledi. Oysa o gün kendisine anlatmaya çalıştığım şey çocukların yaş düzeyine uygun olarak hikayelerle muhakeme etmeyi, eleştirel düşünmeyi, hoşgörüyle dinlemeyi, farklılıklara saygı göstermeyi ve akıl yürütmeyi işbirlikçi ve paylaşımcı bir tavırla çocuklara öğretmeye çalışacağımı ama kendi öğrenme sözüm ona havalı yeni sistemle ilgili o kadar heyecanlıydı ki beni duymadı bile, ne yazık ki!
Neyse dur bakimm nedir bu sistem diye bi araştırdım; adı “Woldorf” yani en basit haliyle, başta anlattığım gibi: barbunya ayıklama, çamaşır katlama, çorabının eşini bulma, dikiş dikme, aşure yapma, turşu kurma…
Heyecan neden peki ?
Adı Waldorf oldu diye mi?
Bu yaz kuzenim anlattı: “Abla, bizim kızı bir kreşe verdik, sorma. Harika bir sistem. O ders, bu ders, o etkinlik, bu etkinlik, okuma yazma, akıl oyunları, kodlama yok. Tamamen annemin yanında ne yaptıysa onu öğretecekler. Üstelik hayvanlarla iç içe, bitkilerle haşır neşir olacak. Her tür hava koşusunda dışarı da çıkıp yağmur çamur oyun oynayacaklar ve bunun için göz boyayan materyaller de olmayacak. Her şeyin en doğalı yani bizim çocukluğumuz gibi “dedi.
“Peki adı nedir?” dedim?
“Waldorf,” dedi
Sonuç :
Belki de mesele hangi yabancı sistemin daha iyi olduğu değil. Mesele, çocuğa yaşamın kendisini en doğal, en basit, pratikte en işe yarar biçimde öğretmek. Ve böylelikle onun yaşamla mücadele yeteneğini geliştirmek, sağlıklı iletişim becerileri kazandırmak, kendi başına ayakta durabilmesini sağlamak.
Özümüze dönmek velhasıl;
Anneannemizin, dedemizin, babaannemizin kendi ailemizin yanında nasıl yetiştiysek öyle yetişmek.
Mahalle ve sokakta yetiştiğimiz zamanlar gibi her şeyin travma olarak adlandırılmadığı, sokakların veya başkalarının bizim için güvensiz olmadığı zamanlar gibi. Anne babaların durmadan psikologların kitapların dedigi gibi”proje çocuk” yetiştirmediği ebeveyn olarak eksiklik duygusu hissetmedikleri ya da mükemmel anne baba sendromuna takılmadığı zamanlar gibi…
Çünkü geleceğin en sağlam bireyleri bence tuşlara en hızlı basabilen, internete en çabuk bağlanabilen değil; kendi başının çaresine bakabilen, ayakkabısını bağlayabilen, sorunla karşılaştığında çözüm üretebilen, yoğurt ve hamur mayalayabilen, yemek yapabilen, karnını doyurabilen; sağlıklı ve saygılı iletişim becerilerini geliştirmiş, sorumluluk alabilen çocuklar olacak.
Az etkinlik, az oyuncak, bolca hayat, bazen imkansızlıklar içinden kendilerinin keşfedeceği alanlar açarak, bazen canının sıkılmasına müsaade ederek, bizi gözlemleme imkanı da sunarak bolca yaşamın kendisi deneyimlemesine fırsat vererek çocukluklarını yaşamalarını sağlamalıyız.Biz bir dönem anne babalar ne yazık ki buralarda çok bocaladık oysa basitlik,doğallık her şeyi azı ya da kararı “normal” bir çocuk yetiştirmek adına kâfiymiş zira artık “çocuk erkil” aile modelinde ebeveynler olarak mevcut durumla başedemez haldeyiz…
Neyse lafı epey uzattım ama ben biraz olsun farkettim sizlerle de paylaşmak,istedim
Sevgilerimle…
- sahsenem.parlak