KENDİNE KAVUŞMA ZAMANI
Artık başka bir yol mümkün: Kendine sadık kalarak yaşamak.
Hayatta bazı anlar vardır ki, yüksek sesle değil, derin bir iç sessizlikle gelir. Artık kimseye bir şey kanıtlama ihtiyacı hissetmediğiniz, kendinizi açıklamaktan vazgeçtiğiniz o kırılma anları… Bu durum dışarıdan “vazgeçmek” gibi görünebilir, ama içsel dünyada bu aslında olgunlaşmanın ve özsaygının bir işaretidir.
Bir zamanlar beklediğiniz mesajların gelmemesi sizi üzüyorken, artık bu sessizlikle barışmayı öğrenmişsinizdir. Özür beklediğiniz insanlardan hâlâ bir kelime duymamışsınızdır ama artık bu suskunluk, sizi tanımsız kılmaz. Çünkü büyümek, başkalarının sizi anlamasını beklemekten vazgeçmekle başlar.
Bu duygusal evrim süreci psikolojide “bireyselleşme” (individuation) olarak tanımlanır.
Carl Gustav Jung’un kavramsallaştırdığı bu süreçte birey, başkalarının beklentilerinden, toplumun dayattığı rollerden sıyrılarak kendi içsel benliğiyle bağ kurmaya başlar.
Bu bağ kurulduğunda:
- Sürekli açıklama ihtiyacı yerini sessiz kabullenişe bırakır
- Başkalarının onayı olmadan da değerli hissedebilirsiniz
- İç dünyanızdaki boşlukları başkalarının ilgisiyle doldurma çabası sona erer
Bu süreç kolay değildir. Zihniniz zaman zaman sizi “bencil oldun”, “çok sertleştin” diye suçlayabilir. Ama aslında yaptığınız şey sağlıklı duygusal sınırlar koymaktır.
Hayatta bazı “öyle” anları vardır… ki
Sana görünüşte sıradan ama içsel olarak sarsıcı gelen, dışarısı suskun ama içerisi çok sesli geçen anlar… Bu anlar, artık kimseye bir şey açıklamak, anlatmak, ispatlamak istemediğin anlardır, sanki “yeter” dediğin bir iç sesi sonunda duymuş gibi.
Bu yorgunluk bir vazgeçiş değil; bir uyanıştır.
Hayatını başkalarına göre kurgulamaktan usandığında başlar, gerçek hayatın.
❗️Ve belki de bu noktaya, defalarca haksızlığa uğradıktan sonra gelirsin, çünkü defalarca değer görmek isterken göz ardı edilmişsindir, uğruna savaştığın insanlar seni yarı yolda bırakmıştır ve sen tüm bunlara rağmen hâlâ “Acaba ben mi eksik yaptım?” diye kendini sorgulamışsındır.
Bazen ya da neredeyse her zaman:
Her Şey Neye Rağmen Anlatma Çabasıyla Başlar
İnsan, sosyal bir varlıktır. Kabul görmek, sevilmek, onaylanmak ister doğal olarak da ilişkilerde hep biraz anlatmaya çalışırız kendimizi:
“Ben böyle biri değilim aslında…”
“Ben bunu kötü niyetle yapmadım…”
“Yeterince iyi olduğumu bilmeni isterim…”
❗️Ancak zamanla, kendini kanıtlamaya çalışırken nasıl tükendiğini fark edersin, sessiz kaldığın zaman suçlu hissettirilmiş, sustuğun zaman anlaşılmamışsındır. Özellikle geçmişte kendine “yetememiş” hissetmişsen, çoğu ilişkide var olmak için fazla verici olmuşsan, hatta belki çocukluğunda bile fark edilmemişsen…
Ve buna rağmen çoğu zaman, bağırarak değil severek anlatmayı seçmişsindir.
Yani aslında başkasını değil, kendini yaralamışsındır.
Ancak gerçek olan: ilişkiler, kelimelerle değil, kalpten tanımayla başlar.
Psikolojide bu süreç, bireyin dışa bağımlı özsaygıdan içsel temelli öz-değere geçişidir.
Yani: “Ben ancak biri beni onayladığında değerliyim” düşüncesinden, “Ben zaten değerliyim ve bu, kimseye ispatlamam gereken bir şey değil” düşüncesine ilerlemektir.
Bu geçiş: Derin bir yalnızlık hissi yaratabilir, “ben bencilleştim mi?” diye şüphelendirebilir. Suçluluk duygusu yaratabilir: “Bu kadar sınır koyarsam kimse kalmaz hayatımda…”
Kendini Sona Koymaktan Vazgeçmek: Bencil Olmak Değil, Ruhsal İyileşmedir
Toplum bizi, “önce başkalarını düşün, fedakâr ol” diye büyütür.
Özellikle kadınlar için bu beklenti daha baskındır, ama kimse şunu öğretmez:
Kendine sadık kalmazsan, başkasına da tam veremezsin.
İçi tükenmiş bir insanın dışı güçlü görünemez.
❗️Eğer ki geçmişte hep başkalarını seçtiysen, seni yoran ilişkilerde kalmaya çalıştıysan, seni görmeyenlere sabır gösterdiysen… Artık bu döngüyü kırmak bir lüks değil, bir zorunluluktur.
Çünkü senin içindeki sevgi, ancak sen kendine de yönelttiğinde gerçek olur.
“Sessizlik” bu noktaya geldiğinde, artık sessizlik sana zarar vermez.
Aksine, sana alan açar. Eskiden içinde patlattığın kelimeler, artık içinde çiçek açar.
Tepki göstermemek, ilgisizlik değil; kendini harcamamaktır.
Açıklamamak, suçluluk değil; doygunluktur.
Sessizlik artık bir korunma değil, bir duruş olur.
Bir iç bilgelik. Bir “sadece hak eden anlasın” kararlılığı.
Ve bu sessizliğin içinde güç bulursun.
Bu geçişin senin için ne kadar önemli ve iyileştirici olduğunu bilmelisin.
Çünkü artık dışarıdaki eksikleri değil, içerideki gücü görme zamanıdır.
Gözden geçir: Her zaman sen mi çabalıyorsun?
Bir düşün: Sürekli ilk mesajı atan sen misin? / Sorunları konuşmak için kapı açan hep sen misin?
Gönül alan, izah eden, uzlaşan taraf hep sen mi?
❗️Ve belki de bu çaban, seni birilerinin hayatında tutmadı ama seni kendinden uzaklaştırdı.
Belki sen başkaları için hep oradaydın ama biri senin için orada olmadı.
Buna rağmen onlar için hâlâ iyi konuşmaya çalıştın.
Bu senin inceliğin değil mi zaten?
Ama artık bu incelikten bir sığınak değil, bir yön bulman gerekiyor.
İşte bu “hep sen” olma hali, yavaş yavaş ruhunu yorar.
Gerçek şu:
Herkes seni anlamayacak.
Herkes yanında kalmayacak.
Herkes sana hak ettiğin gibi davranmayacak.
Ama bu zaten onların görevi de değil.
Çünkü bir yerden sonra, neyin eksik olduğunu değil, neyin fazla geldiğini fark etmeye başlarsın.
Fazla açıklama… fazla çaba… fazla beklenti… fazla suskunluk…
Ve bir gün durursun…
Ne mesaj atarsın, ne açıklama yaparsın, ne kendini kanıtlamaya çalışırsın.
Ve o an gelir.
Artık iç huzuru seçersin.
Yanıt vermemeyi seçersin.
Tepki göstermemeyi…
Başkalarının fırtınalarına girmemeyi…
Çünkü bazen en olgun yanıt: sessizliktir.
En güçlü hareket: gitmektir.
Ve en büyük kendini sevme şekli: kendini hep sona koymaktan vazgeçmektir.
Bu bencillik değil.
Bu, iyileşmektir.
Kendini seçme cesaretidir.
Onay beklemeden, eksik hissetmeden, içindeki yaraları onarmaya başlamak demektir.
Yalnız kalsan bile, dimdik yürümeyi öğrenmek…
Kendine sadık kalmaktır.
O an sonra ve gelecek gün… artık kimseye hiçbir şey kanıtlamak istemezsin.
Vazgeçtiğin için değil, büyüdüğün için.
Açıklamaktan, kendini haklı çıkartmaktan, başkalarının hayatlarına uyum sağlamak için “küçültmekten” yorulmuşsun.
Ama buna mecbur değilsin.
Çünkü huzurun seçtiğin bir zaman gelir.
Artık tepki vermemeyi seçersin.
Başkalarının fırtınalarına kapılmayı.
En güçlü jest kendini seçmektir ve özsevginin en büyük kanıtı kendini sona koymamaktır.
Bu bencillik değil, şifadır, kendini seçme; ruhunun yeniden inşa etme cesaretidir, kimsenin onayı olmadan.
Bir engellik bile yalnızca ilerlemektir ve bunu yaptığında… hayat düzene girmeye başlar.
Çünkü doğru insanlar açıklama istemez. Seni görür, hisseder, sana saygı duyarlar.
Sen onlara sormadan.
Sen onları çağırmadan bile, yanındadırlar.
İşte o zaman anlarsın ki: Sevgi, ancak özgürce verildiğinde gerçektir.
Talep edilerek, ısrarla alınan hiçbir şey, kalıcı şefkat taşımaz.
Gerçek Bağlar, Sessizliğine Saygı Duymakla Başlar
Kendini seçtiğinde, bazı insanlar gider, bazıları uzaklaşır, bazıları “değiştin” der.
Ama bu gitmeler senin eksikliğin değil, onların fark edemeyişidir.
❗️Ve bazen geçmişte seni anlamamış insanların gölgesi, bugünkü bağlarını da zehirler.
Anılar ağır gelir. Hâlâ bir yerde “Bir gün değerimi anlarlar mı?” diye düşünürsün.
Ama artık bu geçmişe değil, bugüne odaklanma zamanıdır.
Çünkü geçmişin seni değil, sen geçmişini taşıyorsun.
KENDİNE BİÇTİĞİN DEĞER KADAR VARSIN
ÖNCE SEN.. Sonra sen…
Değişimin kararına yakışan cevap:
“KİŞİLİĞİMİ TAVRIMLA KARIŞTIRMAYIN. KİŞİLİĞİM BENİM KİM OLDUĞUMDUR. TAVRIM SİZİN KİM OLDUĞUNUZA BAĞLIDIR.”
Sevgili SEN – Bu mektubu öyle bir yere koy ki… her gün görebilme imkânın olsun
Bu satırları okuduğuna göre, belki bir yerlerde kendinden çok başkaları için yaşamışsındır.
Anlatmak istemiş, anlaşılmamışsındır.
Beklemiş ama karşılık görmemişsindir.
İyiliğini “zayıflık”, sessizliğini “onaysızlık” sanan insanlarla karşılaşmışsındır.
- “Bu hayat kimin için?”
- “Kimi seviyorum ama kendimi kaybediyorum?”
- “Gerçekten ‘ben’ olduğumda yanımda kim kalıyor?”
Ama bugün artık bir şey değişiyor.
Bugün içinden geçen o derin ses, sana şunu fısıldıyor:
“Artık kendim için de varım.”
Bu kolay bir yol değil, biliyorum.
Çünkü bazen kendini seçmek, bir vedadır.
Bazen en çok değer verdiklerinden uzaklaşmak zorunda kalırsın.
Ama unutma:
Gitmek, vazgeçmek değil; büyümektir.
Susmak, pes etmek değil; seçmektir.
Sınır koymak, sevgisiz olmak değil; kendini sevmektir.
“Hap” egzersizler: Minik düşünce
- Duygularını suçlama, dinle.
Kırgınlık, öfke, yorgunluk… Bunlar senin düşmanın değil, işaret fişeklerindir. - Beklenti değil, netlik getir.
Ne istediğini bilmek, seni başkalarına bağımlı kılmaz; yönünü netleştirir. - Seni tüketen ilişkilerden izin istemeden uzaklaş.
İzin istemek zorunda değilsin. Hislerin, senin pusulan. - Anılar ağırsa, bugünü taşıyamazsın.
Geçmişin gölgesi bugünün ışığını örtmesin. - İçinde hep bir “yeniden” vardır.
Hayat ne kadar dağılsa da, senin içinde her zaman toparlanacak bir güç saklıdır.
Bu dünyada en güvenli yer, kendine sadık kaldığın yerdir.
Oraya sık sık dön. Orada iyileşeceksin.
Sevgiyle ve şefkatle, senin içindeki bilge sen.
“En büyük cesaret, kendin olmaya devam etmektir.” — R.W. Emerson