Merhaba Kocaeli Ailem okurları,
Başlık biraz sert oldu veya sevimsiz olmuş olabilir. Ancak saçma değil, gereksiz değil. Artık dilimize pelesenk olduğu için pek de alıştığımız, hayatın olağan akışı saydığımız, manasız korktuğumuz, “Türkiye deprem ülkesi”, “deprem gerçeği ile yaşamalıyız”, “insanımıza deprem bilincini aşılamalıyız” gibi söylemlerin başka şekilde ifade edilmesi.
Çabuk unutan veya çabuk alışan bir toplum olduğumuz için hasar yaratmayan ama deprem gerçeğini hatırlatan, unutulmamasını sağlayan depremlerin belli aralıklar ile olması da fena bir şey değil.
23 Nisan’da olan deprem, gündemi bir kez daha deprem yaptı bir anda. Ama ülke ve dünya gündemi o kadar hareketli ki, o bile 10 günde unutuldu gitti. Ama biz yine de unutmayalım.
Depremin korkusu ve çaresizliği depremden tehlikeli olmaya başladı. Bilgi kirliliği mi desem, bilgi gereksizliği mi demeli. Her sallantıda, bir sürü bilim adamı ekran önünde depremin mekanizmasını tartışıyor, kendi savlarını ortaya atıp diğerlerini beğenmiyor. Bu tartışmalar olacak elbet, ama ekran önünde değil. Bizleri ilgilendiren kısmı bambaşka aslında.
Neden korkuyoruz? Binamıza güvenmiyoruz. Orada da yanlış bir korku pompalandı insanların aklına. Neden? Büyük depremlerin olduğu yerlerde yıkılan, hasarlanan binaların yanında, yıkılmayan, hasar dahi almayan birçok da bina var. Bu depremlerden en büyüklerinden birini 1999’da ilimizde yaşadık. 1970 ve 1980’li hatta 1960 yıllarda yapılmış bir çok bina hasar dahi almadı. Bu gerçeği de görmek lazım.
Ülkemizde son dönemde niteliği düşenleri olsa da son derece kaliteli üniversiteler, bilim adamları ve mühendisler de var. Deprem ile de yeni tanışmıyoruz. Buna karşın, bir denetleme ve rant problemimiz olduğu da kesin.
BİNAMIZA NASIL GÜVENECEĞİZ?
Bu konuda bugüne bir çizgi çekmek lazım. Çizginin öncesi, yani inşa edilmiş, içinde yaşadığımız binalar, çizginin sonrası bundan sonra yapılan binalar.
İçinde yaşadığımız binaların yaklaşık %50’si 2000 yılı sonrası inşa edilmiş binalar. Bunlar yeni yönetmelikler ile, hazır beton ile inşa edildikleri için daha güvenli. Ancak şu manaya da gelmesin, 2000 öncesi binaların hepsi kötü, 2000 yılı sonrası yapılan hepsi iyi. Tüm binalar öncelikle kontrol ettirilmeli ve duruma göre ya yıkılıp yeniden yapılmalı ya da güçlendirilmeli.
GÜÇLENDİRME DE BİR ÇÖZÜM
Maalesef, üzülerek takip ediyorum, bütün algı kentsel dönüşüm adı altında yıkıp yeniden inşa etme üzerine kuruldu. Ve yine maalesef diyorum, çünkü yıkıp yapmada büyük rant var ve herkes bu rantın peşinde. Müteahitler, ucuza arsa kapatıp sıfır daire satıp büyük kar elde etmenin peşinde. Daire sahipleri, dairemin alanı küçülmesin ama yenilensin, 5 milyonluk daire 10 milyon olsun ama bu da benim cebimden para çıkmadan olsunun derdinde. Bu rant kavgası da maalesef gerçeklikten uzaklaştırıp ilerleme kaydedilmesinin önüne geçiyor.
Halbuki güçlendirme diye de bir yöntem var. Ki, bu yöntem 1999 Depremi sonrası ilimizde bol miktarda uygulandı. Hem de hasar almış binalar onarım ve güçlendirme yapılarak. Eğer güçlendirme maliyeti yıkıp yeniden maliyetinin %40’ını aşmıyorsa güçlendirme tercih edilmeli.
Güçlendirme maliyeti, yıkıp yeniden yapma maliyetinin yanında oldukça ucuz. Uygun kredilendirme ile her bütçenin karşılayabileceği hale de getirilebilir.
Güçlendirme, yeniden yıkıp yapmaya göre daha hızlı. Uygun planlanması durumunda eşya taşıma ve hatta kira derdini de ortadan kaldırabilecek bir yöntem.
Sadece İstanbul için telaffuz edilen 1.500.0000 konut kentsel dönüşüm ile yenilenmeye kalksa bu en az 15-20 sene. 6 Şubat depremlerinden sonra devlet tüm imkanları ile destek vermesine rağmen 26 ayda yapılan konut sayısı 160 bin civarı. Senede 80 bin konut. 1.500.000 konut için 20 seneye yakın bir zaman. Ve senede 80 bin kiralık konut ihtiyacı. Bu ihtiyaç karşısında artan kiralar vs. Bu sadece İstanbul için ihtiyaç, diğer deprem bölgeleri ile birlikte düşünüldüğünde ülkenin daha çok inşai iç gücüne veya zamana ihtiyacı var. Ama bir yerden de başlamak lazım.
O sebeple, biraz daha gerçeğe dönüp, müteahitlerin karlılıklarından, devletin vergiden ve harçtan, daire sahiplerinin mevcut dairelerinin alanlarından feragat etmesi lazım.
Ancak, güçlendirme maliyeti çok artar veya bina çok riskli ise yıkıp yeniden yapma yolu tercih edilmelidir.
BİLİNÇLİ TÜKETİCİ OLMAK GEREKLİ
Gelelim bugün çizdiğimiz çizginin diğer tarafına, bundan sonra inşa edileceklere. Ben burada devletin, idarelerin, üniversitelerin yapması gerekenleri anlatacak değilim. Orada yapılması gereken çalışmalar yapılıyor zaten. Aksayan yanları olsa da bir Yapı Denetim Sistemi de var.
Bizler tüketici olarak neler yapmalıyız.
Daire alırken binanın yapım aşamasını sorgulayabiliriz mesela. Tamam yapı denetim denetliyor ama bir de biz bakalım denebilir. Binanın kaba inşaatı, daha sonra üzeri örtülen imalatlar olduğu için daha sonra görünmesi mümkün değildir. Artık video ile kayıt almak, resim çekmek çok ucuz ve kolay. Betonu nasıl döktün, vibratör tuttun mu, 1 hafta boyunca betonu suladın mı, betonu dökerken hava kaç derece idi. Video ile ispatla diyebiliriz. Bu soru ve istekler, bir süre sonra herkesi düzgün iş yapmaya, yaptığı işi ispatlamaya, ispatlayacağı için daha da iyi yapmaya, rekabette bu konuda fark yaratmaya götürür. Bu da iyileşme ve kalite sağlar.
Bu konuda konuşmaya, yazmaya, tartışmaya devam etsek de bir yerden de daha samimi ve ciddi eyleme geçme zamanı. En azından milat olabilecek 1999 Depremi’nden sonra bir 25 yıl kaybettik. Yeniden bir milat olabilecek 6 Şubat Depremleri’nden sonra daha fazla vakit kaybetmeyelim
Tüm Kocaeli’lere, sağlam binalarda yaşayacakları sağlıklı ve bol kazançlı günler dilerim.