OP. DR. ÖNDER AKKUŞ – ““Obezite Nedir ve Neden Ciddiye Alınmalıdır?”

Ben Op. Dr. Önder Akkuş.
Genel cerrahi, obezite ve metabolik cerrahi uzmanıyım. 2013 yılından beri obezite ve diyabet cerrahisine ilgileniyorum. Son yıllarda ağırlıklı olarak obezite ve metabolik cerrahisi yapmaktayım.

Günümüzde obezite, dünya genelinde hızla artan ve halk sağlığını tehdit eden en önemli sorunlardan biri olarak kabul edilmektedir. Artan obezite oranları, beraberinde metabolik ve kardiyovasküler hastalıklar gibi ciddi sağlık sorunlarını da getirmektedir. Peki, obezite nedir, nedenleri nedir ve cerrahi tedavi yöntemleri hangi durumlarda devreye girer?

Obezite Nedir ve Neden Ciddiye Alınmalıdır?


Obezite, vücutta aşırı miktarda yağ birikmesi ile karakterize edilen ve pek çok sağlık sorununa yol açabilen bir durumdur. Obezitenin derecesi genellikle Vücut Kitle İndeksi (VKİ) ile ölçülür. VKİ, kişinin kilogram cinsinden ağırlığının, metre cinsinden boyunun karesine bölünmesiyle elde edilir. Örneğin, VKİ’si 30’un üzerinde olan bir kişi obez olarak kabul edilirken, 40’ın üzerindeki VKİ morbid obeziteyi işaret eder. Morbid obezite, kişinin yaşam kalitesini ciddi şekilde bozan ve hayati tehlike oluşturan bir durumdur.
Obezitenin tehlikeli boyutları sadece estetik kaygılarla sınırlı değildir. Aksine, obezite; kalp hastalıkları, tip 2 diyabet, hipertansiyon, uyku apnesi, infertilite, osteoartrit ve hatta bazı kanser türleri gibi birçok ciddi sağlık sorununun ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Bu sağlık problemleri, yaşam süresini kısaltırken, bireylerin yaşam kalitesini de önemli ölçüde düşürür. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, obezite küresel olarak önlenebilir ölümlerin başlıca nedenlerinden biri haline gelmiştir.

Obezitenin küresel olarak artmasının arkasında bir dizi karmaşık ve birbiriyle ilişkili faktör bulunmaktadır. Bu faktörler hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ele alınması gereken nedenler içerir. İşte obezitenin neden giderek arttığına dair başlıca sebepler:

1.Modern Yaşam Tarzı ve Beslenme
Alışkanlıkları

Yüksek Kalorili, Düşük Besin Değerli Gıdalar:
Günümüzde işlenmiş gıdaların tüketimi oldukça yaygındır. Fast food zincirleri, şekerli içecekler ve abur cubur ürünleri hem kolay erişilebilir hem de ekonomik olduğu için sıkça tercih edilmektedir. Bu yiyecekler genellikle yüksek kalorili, düşük besin değeri içeren ürünlerdir ve aşırı tüketim kilo alımına yol açar.

Büyük Porsiyonlar:
Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, porsiyon boyutları giderek artmaktadır. İnsanlar, ihtiyacından daha fazla kalori tüketmekte ve bu da obezite riskini artırmaktadır.

Düzensiz Beslenme Alışkanlıkları:
Hızlı tempolu yaşam nedeniyle insanlar sık sık ev dışında yemek yiyor, düzensiz saatlerde ve genellikle yüksek kalorili yiyeceklerle besleniyor. Atıştırmalıklar ve hazır gıdalar sıkça tercih ediliyor.


2. Fiziksel Aktivitenin Azalması

Hareketsiz Yaşam Tarzı:
Modern dünyada birçok iş daha az fiziksel efor gerektirir. Özellikle ofis çalışanları günün büyük bir kısmını masa başında geçirirken, hareket etme fırsatları oldukça sınırlıdır. Ayrıca, teknolojinin gelişmesiyle günlük aktiviteler de daha az efor gerektiren hale gelmiştir (asansörler, otomobiller, online alışveriş vb.).

Ekran Süresi Artışı:
Dijital cihazların yaygınlaşmasıyla, insanlar televizyon, bilgisayar, tablet ve telefon ekranları karşısında daha fazla zaman harcamaktadır. Bu da genel olarak fiziksel aktivitenin azalmasına neden olur ve enerji harcaması düşer.

3. Sosyoekonomik Faktörler

Düşük Gelir ve Obezite:
Düşük gelirli bölgelerde, sağlıklı ve taze gıdalara erişim daha sınırlı olabilir. İşlenmiş, yüksek kalorili ve ucuz gıdalar daha erişilebilir olduğu için bu tür bölgelerde obezite oranları daha yüksektir. Sağlıklı gıdalar genellikle daha pahalıdır ve bu da ekonomik açıdan zor durumda olan bireylerin sağlıksız beslenme alışkanlıkları geliştirmesine yol açabilir.

Eğitim Seviyesi:
Sağlık ve beslenme konusundaki bilgi eksiklikleri, sağlıklı yaşam tarzı seçimlerini zorlaştırabilir. Eğitimsizlik, sağlıklı gıda seçimlerinin ve fiziksel aktivitenin önemini kavramayı engelleyebilir.


4. Çevresel ve Toplumsal Değişiklikler

Kentleşme:
Kentleşme, obezitenin artışına katkıda bulunabilir. Şehirlerde yaşayan insanlar genellikle daha az fiziksel aktivite yapma fırsatına sahip olurken, fast food restoranları ve marketlerde işlenmiş gıdaların bolluğu sağlıksız beslenmeyi teşvik edebilir. Ayrıca, güvenli park alanlarının ve yaya yollarının olmaması, insanları açık havada vakit geçirmekten alıkoyabilir.

Reklamlar ve Pazarlama:
Gıda endüstrisi, özellikle çocukları ve gençleri hedefleyen agresif pazarlama kampanyaları yürütmektedir. Şekerli yiyecekler, abur cuburlar ve yüksek kalorili içeceklerin medya üzerinden sürekli teşvik edilmesi, bireylerin sağlıksız seçimler yapmasına yol açar.

Metabolik Etkenler:
Vücudun metabolik hızındaki farklılıklar da kilo alımını etkileyebilir. Bazı bireylerin metabolizması yavaş çalışır, bu da alınan kalorilerin yağ olarak depolanmasına neden olur. Ayrıca, bazı hormonlar (leptin, insülin vb.) iştahı ve enerji dengesini düzenlemede rol oynar ve bu hormonlardaki dengesizlikler kilo alımına yol açabilir.

5. Psikolojik ve Duygusal Faktörler

Stres ve Duygusal Yeme:
Modern yaşamın getirdiği stres ve duygusal yükler, birçok kişiyi “rahatlatıcı” gıdalara yönlendirir. Stresli veya mutsuz hisseden bireyler, sıklıkla aşırı yemek yiyerek duygusal ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Bu durum, özellikle şekerli ve yağlı yiyeceklerin tüketimini artırarak obeziteye yol açar.

Uyku Düzeni:
Yetersiz ve düzensiz uyku, obezite riskini artırır. Yapılan araştırmalar, az uyuyan bireylerin iştah düzenleyici hormonlarının dengesinin bozulduğunu ve bu durumun aşırı yeme davranışına yol açtığını göstermektedir.

6. Yetersiz Sağlık Politikaları

Önleyici Sağlık Hizmetlerinin Eksikliği:
Birçok ülkede, obeziteyi önlemeye yönelik etkin sağlık politikaları ve eğitim programları yetersiz kalmaktadır. Hükümetlerin obeziteyle mücadele konusunda bilinçlendirme kampanyaları yürütmemesi, bu sorunun yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Ayrıca, obeziteyi önleyici tedbirlerin (örneğin, vergilendirme politikaları, etiketleme düzenlemeleri) yetersiz kalması, sağlıksız yaşam tarzı seçimlerinin yaygınlaşmasına neden olabilir.

Obezitenin giderek artmasının ardında yatan bu çeşitli faktörler, bireylerin sadece kişisel seçimlerinden ibaret olmayan bir soruna işaret eder. Bu sorunun çözümü, bireysel farkındalık ve sağlıklı alışkanlıkların geliştirilmesinin yanı sıra, toplumun genelinde yapısal değişiklikler gerektirir.

İleri derecede obezite (morbid obezite) yaşayan bireylerde diyet, egzersiz ve spor gibi geleneksel kilo verme yöntemlerinin yetersiz kalmasının birkaç ana nedeni vardır. Bu durum, obezitenin fizyolojik, metabolik, psikolojik ve çevresel bileşenlerinin karmaşıklığıyla ilgilidir. İşte bu durumun nedenlerini açıklayan başlıca faktörler:

1. Metabolik Adaptasyon ve Vücut Dengesi

Metabolik Yavaşlama:
İleri derecede obez olan bireylerde, vücut uzun süre boyunca fazla kiloyu taşımaya alışır. Diyetle kalori alımını sınırlamak, vücudun metabolizmasını yavaşlatarak enerji tasarrufu yapmaya çalışmasına neden olur. Vücut, kilo kaybını bir tehdit olarak algılar ve kilo verme sürecini yavaşlatan hormonal değişiklikler başlatır. Bu durum, kilo vermeyi zorlaştırır ve verilen kiloların geri alınmasına yol açabilir.

Set Noktası Teorisi:
Vücudun bir “set noktası” vardır, yani vücut belirli bir ağırlığı korumak için metabolizmayı ve iştahı ayarlamaya çalışır. İleri derecede obez bireylerde, vücudun bu set noktası yüksek bir seviyede sabitlenmiştir. Bu da kilo kaybını sürdürmeyi zorlaştırır ve vücut sıkı diyet ve egzersiz programlarına rağmen eski kiloya geri dönmeye çalışır.

2. Hormonal Değişiklikler

Leptin Direnci:
Leptin hormonu, vücutta iştahı düzenler ve yağ depolarının dolu olduğunu beyne bildirir. Ancak ileri derecede obez bireylerde leptin direnci gelişir; yani vücut yeterli leptin üretmesine rağmen beyin bu sinyalleri algılamaz. Bu durum, sürekli açlık hissi yaratabilir ve kilo verme sürecini engelleyebilir.

İnsülin Direnci:
İleri derecede obez bireylerde sıklıkla insülin direnci gelişir. İnsülin direnci, vücudun kan şekerini etkili bir şekilde kullanamamasına ve yağ depolarının çözülmesini zorlaştırmasına neden olur. Bu durum, diyet ve egzersizle kilo kaybetmeyi daha da zorlaştırır.

Ghrelin Artışı:
Kilo kaybı sırasında ghrelin hormonu seviyeleri artabilir. Ghrelin, iştahı artıran ve açlık hissini tetikleyen bir hormondur. İleri derecede obez bireylerde, kilo kaybıyla ghrelin seviyelerinin yükselmesi, diyetle açlık hissinin artmasına ve bu yüzden diyetin sürdürülemez hale gelmesine yol açabilir.


3. Davranışsal ve Psikolojik Etkenler

Duygusal Yeme:
Morbid obez bireylerde, stres, kaygı, depresyon veya duygusal dalgalanmalar sonucu aşırı yeme davranışı yaygındır. Diyet ve egzersiz programları, bu psikolojik etkenleri göz ardı ettiğinde uzun vadeli başarı sağlayamayabilir. Duygusal yeme bozukluğu olan bireyler, diyetlerine bağlı kalmakta zorlanabilir ve bu durum kilo vermeyi engeller.

Yeme Bağımlılığı:
İleri derecede obez bireyler, özellikle işlenmiş ve şekerli yiyeceklere karşı bağımlılık geliştirmiş olabilirler. Bu tür yiyeceklerin tüketimi, beyinde ödül merkezlerini harekete geçirerek güçlü bir yeme dürtüsü yaratır. Bu bağımlılık, kişinin diyet ve egzersiz programına uymasını zorlaştırır.

Motivasyon Kaybı:
Kilo verme süreci ileri derecede obez bireyler için çok uzun ve zor olabilir. Özellikle kısa sürede sonuç alınamayan diyet ve egzersiz programları, motivasyon kaybına yol açabilir. Bu da kişinin programı yarıda bırakmasına neden olabilir.

4. Fiziksel Aktivitenin Zorluğu

Fiziksel Sınırlamalar:
İleri derecede obez bireyler için egzersiz yapmak fiziksel olarak zorlayıcı olabilir. Aşırı kilo, eklemler, kaslar ve kemikler üzerinde aşırı bir baskı yaratır ve bu da hareket kabiliyetini kısıtlar. Özellikle diz, kalça ve bel ağrıları, egzersiz yapmayı neredeyse imkânsız hale getirebilir.

Nefes Darlığı ve Kardiyovasküler Problemler:
Obez bireylerde egzersiz sırasında nefes darlığı, yorgunluk ve kalp ritim bozuklukları gibi problemler sıklıkla yaşanır. Bu durum, yoğun fiziksel aktivitelere katılmayı engeller ve uzun vadede kilo vermeyi zorlaştırır.

5. Kilo Kaybını Korumada Zorluklar

Tekrar Kilo Alma Eğilimi:
İleri derecede obez bireyler, diyette başarılı olup kilo verseler bile, vücudun metabolik adaptasyonu nedeniyle verdikleri kiloları geri alma eğiliminde olabilirler. Bu, vücudun enerji depolarını koruma isteğinden kaynaklanır. Kilo verdikçe, vücut daha az kalori yakar ve kilo verme süreci yavaşlar. Bu döngü, tekrar kilo almayı kolaylaştırır.

Uzun Süreli Yaşam Tarzı Değişikliklerinin Zorlanması:
Kısa vadeli diyet ve egzersiz programları, uzun vadede sürdürülemez olabilir. İleri derecede obez bireyler için yaşam boyu kalıcı alışkanlıklar geliştirmek zordur. Bu nedenle, kalıcı kilo kaybını sürdürmek güçleşir.

6. Genetik ve Biyolojik Yatkınlık

Genetik Yatkınlık:
Bazı bireyler genetik olarak obeziteye daha yatkındır. Genetik faktörler, vücudun yağ depolama ve enerji harcama mekanizmalarını etkileyebilir. Bu yatkınlık, bireylerin diyet ve egzersizle kilo vermesini zorlaştırır. Ailede obezite geçmişi olan bireylerde, vücut yağ oranı daha dirençli olabilir ve kilo kaybı için daha güçlü bir müdahale gerekebilir.

7. Diyetin Sürdürülebilir Olmaması

Kısıtlayıcı Diyetler:

Aşırı kısıtlayıcı diyetler, kısa vadede kilo vermeyi sağlasa da, uzun vadede sürdürülemez olabilir. Bu tür diyetler, kişinin motivasyonunu ve dayanıklılığını zayıflatabilir. İleri derecede obez bireylerde, kısıtlayıcı diyetler sonucunda kilo verildikten sonra, normal beslenme düzenine geçildiğinde kilolar geri alınabilir.

Bu nedenlerle ileri derecede obez bireylerde diyet ve egzersiz tek başına genellikle yetersiz kalmaktadır. Bu tür bireyler için bariatrik cerrahi gibi daha etkili tedavi yöntemleri devreye girebilir. Obezite cerrahisi, bu bireylerin hormonal ve metabolik dengeyi yeniden kazanmalarına yardımcı olarak, kilo kaybının sürdürülebilir olmasını sağlar ve obeziteyle ilgili sağlık sorunlarını iyileştirir.

Obezite Tedavisinde Cerrahinin Rolü Nedir?

Obezite tedavisi, genellikle yaşam tarzı değişiklikleri, diyet ve egzersiz gibi yöntemlerle başlar. Ancak ileri derecede obezite sorunu yaşayan ve bu geleneksel yöntemlerle yeterli kilo veremeyen hastalar için cerrahi müdahale önemli bir çözüm sunar. Obezite cerrahisi (bariatrik cerrahi), hastanın midesinin küçültülmesi veya sindirim sisteminin yeniden düzenlenmesi ile bireyin daha az yiyecek tüketmesine ve dolayısıyla kilo vermesine yardımcı olur.

Tüp Mide Ameliyatı (Sleeve Gastrektomi)

Tüp mide ameliyatı, obezite cerrahisinde en yaygın kullanılan yöntemlerden biridir. Bu işlemde, midenin büyük bir kısmı cerrahi olarak çıkarılır ve geriye ince bir tüp şeklinde mide kalır. Küçülen mide, kişinin daha az yemekle doymasını sağlar ve bu da kilo kaybını hızlandırır. Tüp mide ameliyatı, hormonal değişiklikleri de tetikleyerek iştahın azalmasına katkıda bulunur.

Gastrik Bypass

Bir diğer etkili cerrahi yöntem olan gastrik bypass, hem midenin küçültülmesini hem de ince bağırsakların bir kısmının atlanmasını içerir. Bu işlem sonucunda, hastalar hem daha az yemekle doyar hem de tüketilen gıdalardan daha az kalori ve besin emilir. Gastrik bypass ameliyatı, kilo kaybının yanı sıra, tip 2 diyabet gibi metabolik hastalıkların iyileşmesine de yardımcı olabilir.

Obezite Cerrahisi Kimler İçin Uygundur?

Obezite cerrahisi, genellikle VKİ’si 40’ın üzerinde olan bireyler veya VKİ’si 35-40 arasında olup obeziteye bağlı ciddi sağlık sorunları yaşayan hastalar için önerilir. Cerrahi müdahale kararı, multidisipliner bir ekip tarafından değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme sürecinde, hastanın genel sağlık durumu, cerrahiye uygunluğu ve ameliyat sonrası süreçle başa çıkma yeteneği göz önünde bulundurulur.

Ayrıca, obezite cerrahisinin bir mucize çözüm olmadığını ve hastanın ameliyat sonrasında yaşam tarzını köklü bir şekilde değiştirmesi gerektiğini unutmamak önemlidir. Cerrahi müdahaleden sonra hastalar, düzenli doktor kontrolleri, diyetisyen desteği ve gerektiğinde psikolojik danışmanlık ile uzun vadeli bir kilo yönetimi sürecine girerler.

Obezite Cerrahisinin Faydaları ve Riskleri Nelerdir?

Obezite cerrahisi, doğru hasta için uygulandığında olağanüstü sonuçlar verebilir. Başarılı bir ameliyat sonrası hastalar, fazla kilolarının büyük bir kısmını kaybeder ve obeziteye bağlı sağlık sorunları önemli ölçüde iyileşir. Örneğin, tip 2 diyabet hastalarının büyük bir kısmında kan şekeri seviyeleri normale döner ve ilaç ihtiyacı azalır. Aynı şekilde, uyku apnesi, hipertansiyon ve eklem ağrıları gibi sorunlar da hafifler veya tamamen ortadan kalkar.

Ancak her cerrahi müdahale gibi, obezite cerrahisinin de riskleri vardır. Enfeksiyon, kanama, anesteziye bağlı komplikasyonlar ve beslenme yetersizlikleri gibi riskler her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle, cerrahi öncesi detaylı bir bilgilendirme ve hazırlık süreci, ameliyatın başarısı ve güvenliği açısından kritik öneme sahiptir.

Cerrahi Sonrası Yaşam: Yeni Bir Başlangıç

Obezite cerrahisi, kilo vermek ve sağlığı geri kazanmak için güçlü bir araç olabilir, ancak bu yolculuk ameliyatla bitmez. Hastalar, cerrahi müdahale sonrasında diyet ve egzersiz konusunda titizlikle hareket etmelidirler. Özellikle beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi ve porsiyon kontrolünün sağlanması, ameliyatın uzun vadeli başarısı için hayati önem taşır.
Ameliyat sonrası dönemde, vücut hızlı bir şekilde kilo verirken aynı zamanda vitamin ve mineral eksiklikleri gibi yeni sağlık sorunları ortaya çıkabilir. Bu nedenle, düzenli takipler, kan testleri ve gerekli takviyelerle bu eksiklikler giderilmelidir. Psikolojik destek de bu süreçte önemlidir; çünkü hızlı kilo kaybı ve yaşam tarzı değişiklikleri, hastaların ruhsal durumlarını etkileyebilir.

Obezite cerrahisi, ileri derecede obezite ve metabolik bozuklukları olan bireyler için hayat kurtarıcı bir tedavi olabilir. Ancak cerrahi karar, her hastanın bireysel sağlık durumu, cerrahiden beklentileri ve ameliyat sonrası süreci yönetme kapasitesi dikkate alınarak verilmelidir. Sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek, ameliyatın uzun vadeli başarıya ulaşmasında anahtardır.

Obezite, sadece bireylerin değil, tüm toplumun sağlığını etkileyen bir sorundur. Obeziteyle mücadelenin bireysel olduğu kadar toplumsal bir görev olduğunu unutmamalıyız.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Subscribe to My Newsletter

Subscribe to my weekly newsletter. I don’t send any spam email ever!

Subscribe to My Newsletter

Subscribe to my weekly newsletter. I don’t send any spam email ever!