Avukat – Sedanur TURAL – “Kaybolan Kuşak: Dijital Çağda Suçun Yeni Yüzü”

Kaybolan Kuşak: Dijital Çağda Suçun Yeni Yüzü

Sevgili okurlar,

Bu ay sizlerle toplumumuzun artık görmezden gelemeyeceği bir gerçeğe değinmek istiyoruz: Çocukların suça karışma oranı hızla artıyor. Son yıllarda adliyelerde, çocuk mahkemelerinde, hatta haber bültenlerinde karşımıza çıkan rakamlar endişe verici. Bu çocuklar kim biliyor musunuz?
Bir kısmı lise çağında, hatta bir kısmı artık okula bile gitmiyor. Eğitim sisteminde yapılan düzenlemelerle birlikte, birçok gencin örgün eğitim yerine açıktan lise okumasına imkân tanındı. Ama bu kolaylık, farkında olmadan büyük bir boşluk doğurdu. Okul saatinde okulda olmayan binlerce genç, kendine ait bir yön bulmaya çalışırken sosyal medyanın, dizilerin ve dijital dünyanın etkisine açık hale geldi.
Ve toplum, bu düzenin sessiz tanığı oldu.

Biz hukukçular biliriz; suç, çoğu zaman bir anda işlenmez. Toplumun ihmaliyle büyür, ortamın sessizliğiyle olgunlaşır, sistemin açıklarından beslenir. İşte tam da bu nedenle, bu ayki yazımızı çocukların suç eğiliminin arkasındaki sosyal ve kültürel dinamiklere ayırdık. Çünkü yalnızca cezayı tartışarak değil, “neden suç işleniyor?” sorusuna yanıt arayarak toplumsal faydayı  güçlendirebiliriz.

Son yıllarda çocuk faillerin sayısı dikkat çekici biçimde arttı. Artık suç, yetişkinlerin alanı olmaktan çıktı; Bugün birçok lise öğrencisi, “açıktan eğitim” sistemiyle evde, sokakta ya da bir işyerinde vakit geçiriyor.
Kâğıt üzerinde “öğrenci” sayılan binlerce gencin, okul saatlerinde nerede ve kimlerle olduğu ise çoğu zaman bilinmiyor. Örgün eğitimin sosyalleştirici gücünden mahrum kalan bu gençler, arkadaş grubunu, aidiyetini ve hatta kimliğini artık dijital dünyada kuruyor. Ve dijital dünya onlara bilgi değil, imaj sunuyor.

Sosyal medya, çocuklar için bir sahneye dönüşmüş durumda. Kendini göstermek, görünür olmak, “cool” görünmek…Bu kavramlar artık eğitim başarısının, emek ve çalışkanlığın önüne geçmiş durumda. Kimi zaman gençler, eğitim yerine takipçi sayısıyla, ders yerine “beğeni oranıyla” ölçülür hale geldi. Toplumun bu dönüşümünü izleyen hukuk, çoğu zaman geriden geliyor. Oysa suçun önlenmesi yalnızca cezai yaptırımlarla değil, sosyal koruma mekanizmalarının güçlendirilmesiyle mümkündür.

Bazı popüler diziler ve dijital içerikler, bu boşluğu daha da derinleştiriyor. Mafya, yasa dışı güç, intikam ve zorbalık, “adalet” kisvesi altında işleniyor. Mazluma sahip çıkan ama aynı zamanda cinayet işleyen karakterler, izleyicide ahlaki bir karışıklık yaratıyor. Bu karakterleri canlandıran oyuncuların karizmatik duruşları, suçun görünümünü estetik hale getiriyor. Toplum, “iyi niyetle yapılan kötülükleri” alkışlarken, genç zihinlerde şu algı pekişiyor: “Haklıysan, kural dışına çıkabilirsin.” Elbette bu haklılık olgusu sübjektiflik arz ediyor.

Hukuken bakıldığında bu durum, toplumsal rıza üretimi olarak değerlendirilebilir. Çünkü suç, artık yalnızca işlenmiyor; izleniyor, paylaşılıyor ve normalleştiriliyor. Bir çocuğun suça yönelmesinde yalnızca ekonomik koşullar değil, kültürel ve dijital etkiler de belirleyici hale geliyor. Bu da ceza hukuku sisteminin öngörmediği bir tehlikedir: Dijital manipülasyonla biçimlenen suç eğilimi.

Toplumun, bu çocuklara sadece “fail” olarak değil, aynı zamanda “ihmal edilmiş birey” olarak da bakması gerekiyor. Açıktan eğitimle sistemin dışına itilen, ailesi tarafından yönlendirilmeyen, sosyal medyada yanlış kahramanlara özenen bir genç, aslında toplumsal düzenin kurbanıdır.
Bu noktada hem Milli Eğitim politikalarının hem de medya içerik denetimlerinin gözden geçirilmesi bir zorunluluktur.

Çözüm, ne yasakla ne baskıyla mümkündür. Asıl ihtiyaç, rehberliktir. Ekranda suçun değil, vicdanın ödüllendirildiği; adaletin silahla değil hukukla sağlandığı hikâyelere ihtiyaç vardır. Gençler kahraman arıyor. Onlara “doğru kahramanları” göstermek artık bizim hukuki ve ahlaki sorumluluğumuzdur.

Çünkü bir toplumun adalet duygusu, yalnız mahkeme kararlarıyla değil, izlediği dizilerle, paylaştığı videolarla, kahraman seçtiği karakterlerle de biçimlenir. Ve eğer biz doğru hikâyeleri anlatmazsak, yanlış hikâyeler çocukların kaderi olmaya devam edecektir.

Bugünün gençliği, hiçbir çağın tanımadığı kadar çok “etki” altında büyüyor. Artık onlara nasihat eden büyükler değil, algoritmalar. Ne giyeceklerini, nasıl konuşacaklarını, hatta neye öfkeleneceklerini bile o görünmez sistemler belirliyor. Sosyal medya, özgürlük gibi görünürken aslında sessiz bir yönlendirme aracı haline geldi. Her paylaşımda bir yarış, her beğenide bir onay arayışı var. Kendini göstermek bir ihtiyaçtan çok bir zorunluluk haline geldi. Ve bu görünürlük hırsı, bir süre sonra iç dünyayı sessizce tüketiyor.

Ama en tehlikelisi ise, kurgunun, gerçeğin yerini almaya başlaması. Diziler, filmler, içerikler… İyilikle kötülük arasındaki çizgiyi bilerek bulanıklaştırıyor artık. Bazı yapımlar var; “yetimlere yardım eden”, “adaleti kendi dağıtan”, “kötüleri cezalandıran” bir mafya karakterini başrole taşıyor. O karakter öyle karizmatik, öyle çekici ki, bir süre sonra suçu unutturuyor bize. Silah, adaletin sembolü haline geliyor.

Evet, farkında olmadan suçu romantize eden bir kültürün içinde yaşıyoruz. İyi niyetle yazılmış bir hikâye bile, yanlış ellerde, yanlış izleyicide farklı bir anlam kazanabiliyor. Bir çocuğun zihni, kahramanla suçluyu ayırt edecek kadar güçlü değilse, dizideki kurşun sadece senaryoyu değil, vicdanı da deliyor.

Ama hâlâ geç değil. Bu toplumsal yorgunluğu tersine çevirebiliriz. Bunun yolu sansürden değil, sorumluluk bilincinden geçiyor. Yapımcıların, senaristlerin, dijital içerik üreticilerinin en az hukukçular kadar vicdani sorumluluğu var artık. Bir karakterin karizmasıyla değil, hikâyenin doğruluğuyla etkilemeliyiz izleyiciyi. Gençlere; “adalet, güçle değil, vicdanla sağlanır” diyebilmeliyiz.

Ve biz izleyiciler… Artık pasif değiliz. Bir diziye, bir karaktere, bir hikâyeye sahip çıkarken
aslında hangi değeri onayladığımızı fark etmeliyiz. Çünkü beğen tuşu, sadece bir emoji değil; toplumsal vicdanın pusulasıdır.

Bu çağda adalet yalnız mahkeme salonlarında aranmaz. Bir sahnede, bir senaryoda, bir paylaşımda da kurulabilir  ya da yıkılabilir. O yüzden, ekranın karşısında duran bizlerin, şunu sorması gerekiyor: “Ben neyi izliyorum  ve bu beni kim yapıyor?”

Gerçek kahramanlık, silahın tetiğinde değil, kendi vicdanının sesini duymakta gizlidir. Çünkü bazen en büyük güç, bir hikâyeyi farklı anlatmaktır.

Bugünün çocukları, yarının toplumunu kuracak olanlardır. Onları yalnız bırakırsak, suçu sadece bireysel bir tercih olarak değil, toplumsal bir miras olarak devrederiz. Bu nedenle, her birimizin sorumluluğu var:
devletin, ailenin, medyanın ve izleyicinin. Gerçek adalet, cezayla değil, önlemle başlar.
Ve her çocuk, suça değil, hayata kazandırılmayı hak eder.

 

Av. SEDANUR TURAL

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Subscribe to My Newsletter

Subscribe to my weekly newsletter. I don’t send any spam email ever!

Subscribe to My Newsletter

Subscribe to my weekly newsletter. I don’t send any spam email ever!